YILMAZ GÜNEY’İN KORKUNÇ BAŞYAPITI ‘’DUVAR’’
Yılmaz Güney’in yarattığı bir kaçış
hikayesidir ‘’Duvar’’ filmi. Kokuşan sistemden kaçmaya çalışan 4.Koğuşun mücadelesini, gerçeklerden kaçan insanlığa, hapisten kaçarak haykırdığı bir kaçış hikayesi…
Gerçek sinema ve edebiyatla tanışmam üniversite yıllarında oldu. O döneme kadar edebiyat denince aklıma Ömer Seyfettin ve Reşat Nuri Güntekin, sinema denince de Türkan Şoray, Cüneyt Arkın ve Kara
Murat geliyordu. Anlayacağınız alternatif eserlerden bihaberdim. Yılmaz Güney’i de ‘’Orospu olacaksa okumuş orospu olsun’’ repliği ve karizmatik esas oğlan kimliği ile bilirdim.
Ancak teknolojinin hızlı gelişimi ve üniversitede bağımsız bir hayat yaşamanın avantajıyla tercih sepetim genişledi. Artık toplumun, televizyonun, sistemin dayattıklarının dışında da seçme hakkı
doğmuştu. Bu dönemde ülkedeki kimsenin dile getirmeye cesaret edemediği, görmezden geldiği, yokmuş gibi davrandığı ‘’Duvar’’ filmini izledim. 84 yapımı olan ve Cannes film festivalinde Altın Palmiye ödülüne aday gösterilen ‘’Duvar’’, bizim görmezden geldiğimiz ama Avrupa’daki sanat camiası tarafından büyük saygı gören bir başyapıttı.
Duvar’ı izledikten sonra, ailemi ziyarete gittiğimde yanımda filmin vcd’sini de götürdüm. Babamın da izlemesini istiyordum. Kendisi 80 döneminde İstanbul’da polis memuru olarak görev yapıyordu. Sistemin gerçekten eli kirliyse buna en yakından tanıklık edenlerden biri o olmalıydı. Filmi izledikten sonra izlediklerimin abartılı olduğunu söylemesini, ciddiye almamasını, eski tabirle film icabı demesini bekliyordum, belki de umut ediyordum.
Umut ettiğim gibi olmadı. Zaman ilerledikçe babamın suratı iyice karardı, filmde geçenlerin gerçek olamayacağına dairse tek kelime bile etmedi. Yanımızda kardeşim de vardı ve 14 yaşındaydı. Ekmek
almaya bile yollamaya kıyamadığım kardeşimle, birilerinin kardeşinin, yavrusunun işkence görmesine
tanıklık ediyorduk. İşin daha korkuncu babam ve ben ekrandakilerin gerçekten yaşandığını biliyorduk. Sadece babam ve ben değil, yaşananları herkes biliyordu ama yüzleşmek o kadar da kolay değildi.
Ancak Yılmaz Güney olanları bizzat yaşamıştı ve herkesin suratına çarpmak istiyordu.
Duvar filmi Cannes film festivali büyük ödülünü alan ‘’Yol’’ filminden sonra Yılmaz Güney’in yönetmen koltuğunda oturduğu ilk, hayatının son filmi, beyaz perdedeki son kavgasıdır. Yılmaz Güney 76 yılında
Ankara Cezaevinde bebeler koğuşunda bir isyana tanık oldu. Fakat akabinde Kayseri cezaevine gönderildi. Yılmaz Güney Türkiye’de 25 farklı cezaevinde yatmıştır. Tuncel Kurtiz ‘Duvar’ filminin kamera arkasında ‘’Devlet onu uzun süre aynı yerde tutamıyordu, örgütlenip isyan çıkarmasından korkuyordu. Bu yüzden 25 farklı hapishanede yatarak, hapishane hayatını sürgünlerle geçirdi…’’ İşte
bu yüzden olacak ki, Ankara’daki isyandan sonra Kayseri cezaevine sürüldü. Yılmaz Güney Ankara’daki isyandan çok etkilenmişti ve burada Duvar filminin senaryosunun temelini oluşturacak olan ‘’Soba, Pencere Camı ve İki Ekmek’’ romanını yazdı .
Çok geçmeden 81 yılında hapishaneden kaçarak Fransa’ya gitti. Hayali; romanını, küçük dostlarını, onların umutlarını, gördükleri işkenceyi ve isyanlarını beyaz perdeye taşımak ve belki de yaşananları
arşivlemekti. Hemen darbe sonrası, hapishaneden kaçan biri olarak filmi çekmek büyük cesaret istiyordu ancak Yılmaz Güney’in başta ekonomik olmak üzere uğraşması gereken başka sorunlar da
vardı. Türkiye’deki bir cezaevini Fransa’da canlandırmak, yabancı ve amatörlerden oluşan bir kadroyla çalışmak zorundaydı. Hatta Tuncel Kurtiz ve Ayşe Emel Mesci dışındaki bütün oyuncular ilk kez
kamera karşısına geçiyordu. Tüm bunlara rağmen filmi izlediğinizde en çok beğeneceğiniz şeyin oyuncu performansları ve mekan olacağını söyleyebilirim. Böylesi zor şartlarda bu başarıyı nasıl elde
ettiğini yine en güzel kendisi açıklıyordu; ‘’Bu performansa, militanca yaklaşımla ulaştım. Filmin maddesi olan tedirginliği açıklamak, dolayısıyla havasını yaratmak, bu tedirginliğin sinemadan çıkıp
platoya yayılmasıyla mümkün olurdu. Açıkçası bir hapishanedeydik ve baş gardiyan bendim. Bu film için hikayenin aslıyla tam anlamıyla ahenk sağlayan bir şekle ihtiyacım vardı. Bunun için değişik
metotlar kullandım. Örneğin: Çekim süresince bütün ekibe ve oyunculara platodan çıkmayı yasakladım. Hapishanede ve filmde görülen yataklarda uyumaya zorladım.’’
Yılmaz Güney’in özgün çalışma şeklini ve kendini filme adamışlığını filmdeki çocuk oyunculardan Zeynep Kuray ise şu sözlerle anlatıyor: ‘’Duvar filminin kamera arkası görüntülerinde Yılmaz abi, çocukların gözlerine limon sıkarken –Bakın bu filmde yaşanan gerçekleri olduğu gibi aktarmazsam tarih benden hesap sorar- diyordu. Sen hiç merak etme abi öyle bir yansıttın ki gerçekleri, kendisiyle yüzleşmekten korkan devlet senelerce filmi yasakladı.’’
Devlet filmi nasıl yasaklamasın? 4. Koğuştaki ‘katil ve hırsız bebeler’ sıcak bir yuva adil bir hapishane umuduyla, kimsesizlikle mücadele ederlerken; tecavüze uğrarlar, işkence görürler, hakaretler işitirler ama ses çıkartamazlar! İzleyici olarak sizin de eliniz kolunuz bağlıdır. Gardiyan Cafer’in yaptıklarını
İzlerken bile sinir krizleri geçirirsiniz. Koşarak Cafer’i bulup, boğazını sıkmak istersiniz. Bir şekilde yaptıklarının bedelini ödemesini istersiniz. Ama bir kahraman çıkıp da Cafer’in haddini bildirmez,
hikaye gerçektir çünkü. Kimdir bu gardiyan Cafer? Kime öfke duyarız film boyunca? Kimin iç yüzünü gördükçe isyan isyan kabarırız? Cafer sistemdir! Otoritedir Cafer! Hatta bir çocuk mahkuma göre Allah’tır…
burası dördüncü koğuştur benim abim
bak camları yoktur kırıktır
ne bacası tüter ne de sobası
her neyse benim abim
ver bir cigara zuladan yanalım
burası dördüncü koğuştur benim abim
ikinci adresimiz
allahımızı sorarsan adı Gardiyan Cafer
lakabı kel onbaşı
peygamberimiz desen oda ekip başı
her neyse benim abim
ver bir cigara zuladan yanalım
burası dördüncü koğuştur benim abim
kaderde ikinci adresimiz
Bu film adamın gastritini, reflüsünü azdırır, bu film adamı ülser hatta kanser eder. Bu kadar insanı üzmeyi hangi sosyal devlet kabul eder. Bizlerin izlemeye bile katlanamadığı şeylere maruz kalan el
kadar, savunmasız çocukların bilinmesi sistemin bekasından daha mı önemli? 4. Koğuşta olan 4.Koğuşta kalırdı. Devlet de 4. Koğuşta yaşananların izleyici ile buluşmasını elinden geldiği kadar engelledi.
Türkiye’de yasaklanan(!) filmin Fransa’da yapılan galası için Zeynep Kuray şunları söylemiştir: ‘’…Yıl 1984. Yılmaz Güney’in hapisten firar ederek geldiği Avrupa’da hastalığına inat 12 Eylül darbe
döneminde tutuklu bulunduğu İzmit cezaevinde çocuklara yaşatılan vahşeti aktardığı Duvar filmi ilk kez sinemalarda gösterime girmişti. 6 yaşında olmama rağmen karanlık salonda filmden daha çok
aklımda kalan filmin başlamasından kısa bir süre sonra insanların teker teker sinema salonunu terk etmeleriydi… ‘’
Bu olağanüstü gerçekçi filmin etkisi de çok gerçektir. Gündelik kaygılarınızdan sıyrılıp hayata dönersiniz. Yani ne boş bir hayat için debelendiğinizi hissedersiniz. İşte bu yüzden, sistemin çöküşünü göz ardı etmek zorundaydı sinemadan teker teker çıkanlar, kokuşmuş sisteme burunlarını tıkamaları
lazımdı, 4. Koğuştaki çocukların çığlıklarına kulaklarını tıkamalıydılar, yoksa uykuları kaçacaktı, vicdanları yakalarına yapışacaktı… Risk almadılar koşarak kaçtılar salondan, tıpkı filmi yasaklayan
devlet gibi, gözlerini yuman bizler gibi… Hepimiz kaçıyoruz, bir tek 4. Koğuş kaçamıyor
Yılmaz Güney’in suratımıza çarptığı bir kaçış hikayesidir ‘’Duvar’’ filmi. Kokuşan sistemden kaçmaya çalışan 4. Koğuşun mücadelesini, gerçeklerden kaçan insanlığa, hapisten kaçarak haykırdığı bir kaçış hikayesi…
Osman Tekoğlu
Yılmaz Gü ry'in neden hapis yattığını yazmamışsınız. Duvar filmi bir başyapıt. En çok etkilendiğim filmlerden birisidir.. .Güzel bir yazı olmuş...
YanıtlaSil