Eski Sinema Salonları ve Erotik Filmler Furyası Dönemi



 Levent Demirci: Ben sinema işletmecisi bir babanın oğluyum. Babam 25 yılın üzerinde bu sektöre hizmet etti. Hem salon işletmecisi, hem de makine teknisyenliği -sinema makinistliği- ve film dağıtıcısı olarak görev yaptı. Dolayısıyla benim hayatım, özellikle çocukluk ve gençlik yıllarım tamamıyla sinemada, sinema salonlarında geçti. 1989’a kadar sinemalar semtlerde, mahallelerde; yazlık ve kışlık olarak konuşlandırılmıştı. Yeşilçam’ın 80’li yılların ikinci yarısı ile beraber film üretememesi ile birlikte video’nun da olaya hakim olması, piyasaya girmesiyle sinema ikinci plana atıldı ve Türkiye’de film üretilemedi. Dolayısıyla Amerikalılar, işin doğrusu Turgut Özal film ithalatını serbest bırakınca, yabancı şirketler Türkiye’ye girip ofis açmaya başladılar (United İnternational Pictures, Warner Bros gibi şirketler ). “Rain Man” ile 1989 yılında Türkiye pazarına girdiler. O gün bu gündür hala bu pazardalar.



 Sistem el değiştirmedi, ta ki 1996 yılına kadar. “Eşkıya” filmi ile uyuyan dev uyanmış oldu. 1989 -1996 arası çok kötüydü sektör. Tamamı yabancıların eline geçti. Şimdi ki yerli yapımlar ne kadar çok izlense de bu sefer de işletmesi yabancıların elinde. Eski sinemalarda; semt sinemaları bin  kişilik olanları da vardı beş yüz- altı yüz  kişilik olanları da.1989 yılında yabancı firmalar pazara girince ilk önce sinema salonlarında köklü bir değişiklik  yapmaya başladılar. Bin  kişilik salonları üçe, dörde bölüp yüz yada yüz elli kişilik salonlar haline çevirmeye başladılar. İthal -yabancı- film oynatmaya ,altyazılı filme alıştırmaya başladılar. Sinema müşterisi tamamen değişti bu gelişmelerden sonra... Mevcut işletmecilerin iki seçeneği vardı önlerinde; ya Amerikalıların sistemine uyup sinema salonlarını değiştireceklerdi; buda çok yüklü maliyet isteyen bir süreçti ve riskliydi. Taşradaki birçok sinemacı ; benim izleyicim altyazılı film izlemez diyordu. Erotik film izleterek bu günlere gelmişlerdi. Çünkü 80’li yılların ikinci yarısında film üretilmeyince erotik film oynatmaya başladılar. Bu işletmecilerin ikinci seçeneği ise erotik film oynatmaya devam edecek olmalarıydı. 1989 yılı sonun başlangıcı oldu aslında...
(Tayyare Kültür Merkezi)

 Sonra yavaş yavaş Avm’ler kuruldu. Semt sinemaları bölünmeye başladı. Biz Bursa’da sinema işletmeciliği yapıyorduk. Bursa’da çok büyük bir sinema vardı; Türkiye’nin nadir üç katlı sinemalarından “ Bursa Tayyare Sineması”. Oranın işletme müdürüydü babam. Ama Tayyare sineması, uzun süren mahkemeler sonrası Kültür merkezi olarak tekrar belediyenin eline geçti. Zaten mülkiyet olarak belediyenindi,  biz müstecirliğini yaptık. İstanbullu bir film şirketinindi sinema. Babamda Bursa’daki tek ortağıydı. Sinemanın içinde ayrı bir şirket daha vardı o da film dağıtımı yapıyordu. Film dağıtıcıları da yereldi eskiden,  şimdi ki gibi tek şirket değildi. Bursa da o şirket ; İnegöl’e, Yenişehir’e, Orhangazi’ye, Gemliğe ve bir çok yere film veriyordu. Yani anlayacağınız dağıtıcılığını da  kendileri yapıyordu.

 Şimdi bu sinema salonları böyle olunca yeni bir yapılanmaya girdi . Çok büyük paralara yabancı filmler getiriyorlardı. Erotik filmler o yabancı filmlerin sadece birine  verilen para ile üç ay oynatılabiliyordu. Erotik film oynatan sinema salonu sahiplerinin , seyircileri altyazılı filme alıştırmaları çok zordu. O geçiş dönemi çok sancılıydı... Semt sinemaları çok güzeldi, keşke bizi Avmlere tıkmasalardı. Zaten ondan sonrada Avm kültürü yayıldı da yayıldı. Semt sinemaları yerlerine Avmlere bıraktı.
 Biraz eski salonlardan bahsedersek; eski salonlar kömür sobaları veya kaloriferlerle ısınan sinemalardı. Çocukluğumda “Cüneyt Arkın” filmleri, daha sonra “Arabesk” furyası -bol şarkılı türkülü filmler- yapılırdı. Bu filmlere çok astronomik sayıda seyirciler -televizyonunda olmaması ile birlikte- akın ederdi. Bugün diyoruz ya “ Recep İvedik” en çok gişe yapan film diye, işte ben buna inanmıyorum. Türkiye’de gelmiş geçmiş en fazla iş yapan  film “Derbeder” dir. Temel Gürsu’nun yönettiği, Ferdi Tayfur ve Canan Pervin’in oynadığı bu film en fazla gişe elde eden filmdir kanımca. Bu filmle alakalı bir dipnot vereyim ne kadar gişe yaptığını varın siz düşünün; Film vizyona girdiğinden 1978 tarihinden bir sene sonra, tam bir yıl sonra karaborsadan bulduğu bir biletle Antalya’da izlemiş bir arkadaşımın babası. Düşünebiliyor musunuz tam 1 yıl sonra karaborsadan aldığı biletle filmi izliyor, işte bu şekilde iş yapıyor bu filmler...  Şimdi biz Recep İvedik diyoruz ama acaba kaç salonda giriyor, salonlar nasıl salonlar bunları bir düşünmemiz lazım. Eskiden filmlerin kayıtları tutulmazdı. Şimdi her şey internet aracılığıyla hallediliyor. Bilet alıyorsunuz, İstanbul’daki dağıtım şirketi anında görüyor. O zamanlar işte şimdinin imkanları yoktu, elde yazılır, bordrolar her hafta İstanbul’a giderdi. İşletmelere de ona göre payları ödenirdi. Bursa Tayyare Sineması üç katlıydı. En üst ve orta katlar balkondu, en alt kat ise salondu. 1200 kişilik kapasitesi vardı. Mimari yapısı dikkat çekiciydi. Dokuz tane locası vardı. Localarda çok önemlidir; buralarda film izlemek bir ayrıcalıktı ve herkese loca açılmazdı. Loca açmaya gelenler çok önemli insanlar olurdu. Ya emniyet müdürüydü ya valiydi, protokolden biri locayı açtırırdı. Anlayacağınız biraz daha elit kesim locayı kullanırdı.


 O dönemlerde film izleme adabı vardı. Sinemaya gitmek bir gereklilikti o zamanlar. Önceden sistem şöyleydi; sabah 10:30 seansı ile filmler başlardı ve matineler devamlıydı. Sabah aldığınız bilet akşama kadar geçerliydi. Aynı bilet ile dışarı çıkmadığınız müddetçe akşama kadar orada zaman geçirebiliyordunuz. Sabah 10:30 ilk seans ile başlıyordunuz 20.30’a kadar aynı biletle sinemanın kapanışına kadar kalabiliyordunuz. Mesela 12:10 seansı vardı. 12:10 sonrası memurlar öğle paydosunda gelirlerdi. Hastaneden doktorlar öğle yemeklerini yedikten hemen sonra derhal sinemaya giderlerdi. Sinemada film izlenirken kesinlikle bir şey yenilip içilmezdi. Şimdiki gibi mısır kutularının hışırtıları, kola tenekelerinin sesleri, su şişelerinin gıcırtıları olmazdı. Alkışlar sadece gala  ve basın gösterimlerinde olmazdı. Alkışlar ticari gösterimlerde de olurdu. Cüneyt Arkın, düşmanları dövdüğünde alkışlanırdı, filmin sonunda sevenler kavuşunca alkışlanırdı. Seyirci çok samimiydi, filmin içindeydi. “Şimdi öyle bir dünya yok!” Bizi Amerikanlaştırdılar, sinema salonlarını alış-veriş merkezlerine tıkarak bizi de o fast food kültürünün içine hapsettiler. Bu maalesef çok acı bir durum. Eskiden insanlar filmleri dolu dolu, yaşayarak izliyorlardı. Size bir örnek vereyim bu konuyla alakalı; İbrahim Tatlıses’in bir filmi oynuyordu, rol gereği filmin sonunda İ.T’in  sevgilisi başka bir adam tarafından rehin alınıyor ve hedef tahtasına koyuluyordu. Hedef tahtasının arkasında sevgilisinin olduğunu bilmeyen İ.T, adamın hedefi vurursa sevgilisini vereceği sözünden sonra bilmeden sevdiği kızı öldürüyordu. O sahneyi izleyen salondaki seyirciler kafalarını önlerindeki tahtalara, sinema duvarlarına vuruyorlardı. Kafalarını yaran çok insana şahit olmuştum. “Kapı-pencere kırdıran filmler dediğimiz işte buradan geliyor. Bir başka filmde ise Ferdi Tayfur’un sevdiği kız tren istasyonunda intihar ediyordu ve sinema salonunda en üst kattan atlayanlar oluyordu bu sahneyi görünce . İnsanlar o dönem filmleri izlerken yaşıyorlardı.




 Sinemanın şöyle bir olmazsa olmazı daha vardı; gişede, bilet satılan yerde -fuayede- hoparlör vardı. Hoparlörden filmin sesi komple dışarıya verilirdi. Filmin bütün diyalogları, bütün müzikleri benim beynime kazınırdı. Mesela “ Davaro” filmi ile Ömer Kavur’un “ Göl” filmi birlikte oynuyordu. O gün ben okuldan çıkmıştım , annem beni sinemaya getiriyordu. Müzikler o kadar işlemiş ki bana, bu gün nerede çalınırsa çalınsın hemen aşina olurum. Çünkü o gün gişenin önünde, o sürekli çalan filmin sesiyleydim koca gün. Dillere pelesenk oluyordu o filmlerin müzikleri, diyaloglar. İnsanlar  sinemanın önünden geçerken o sese tav olup içeri girerlerdi. Bir başka olmazsa olmaz “ Pek Yakında” ve “Gelecek Program” idi. Şimdiki gibi reklamlar değildi bunlar. Youtube’den veya başka mecradan tıklayarak izlediğimiz fragmanlar hiç değildi. Bu pek yakında ve gelecek programlar sırayla gösterilirdi ve ardından film başlardı. Bunu kaçırdıysanız, hiçbir şansınız yoktu, mutlaka öbür filmi de seyredip , tekrar aynı film başladığında mutlaka o fragmanları baştan izlemek zorundaydınız. Onu izlemek kesinlikle bir görevdi seyirci için. Bir çok yeşilçam fragmanında benim yine burnumun direği sızlar, eski günler gelir aklıma... Denirdi ki ; “ Gırgır Ali”  bu sinemada yada haftaya sinemamızda. Hala Saadettin Erbil’in seslendirmesi, Hayri Esen’in seslendirmesi hala daha kulaklarımda uğuldar... Ben o eski günlerin geri gelmesini istiyorum. Semt sinemalarının geri gelmesini istiyorum. Sinemalar böyle olunca eski sinemalar erotik film oynatmaya başladılar. Dolayısıyla Bursa Tayyare Sineması kapanınca, Bilecik-Bozüyük’te bir belediye sinemasını aldı ve işletti babam. Yaklaşık 7-8 yıl erotik film oynattı sadece. Biz 90’lı yılların ortalarına kadar orada kaldık. Yerli ve yabancı filmlerin erotik furyalarını oynattık. Türk sineması için çok önemli bir dönemdir o yıllar. 78-79 yıllarında çekilen erotik filmleri biz 93-94’e kadar oynattık o sinemada. Çok iyi paralar kazandık ve benim gençliğim, okumam bu günlere gelmem o filmler sayesindedir. Mesela 1984 senesinde Bursa Tayyare Sineması satıldı. Babamda hissesini alıp Tekirdağ Malkara’da  bir sinema açtı. Orada o zamanlar ithal uzak doğu filmleri -vurdulu kırdılı filmler- karate filmleri, Bruce Lee filmleri oynattı. Bende 9 yaşında  çocuğum o zamanlar. Babamdan biz haber alamadık 2 ay. Borçla harçla açtı Tekirdağ’daki sinemayı. İşler çok kötü gidiyor, icra kağıtları bizim eve geliyordu. Sıkıntı büyüktü, annemde çaresiz. O kadar yatırım yapmış ama hiç iş olmuyor sinemada. Vurdulu kırdılı Bruce Lee filmlerinin yüzüne kimse bakmıyor. Babam İstanbul’da çaresiz gezindi, artık hiçbir çaresinin kalmadığı, icraların tepe tepe eve geldiği bir anda babam İstanbul’dayken işletmeleri geziyor, rahmetli “Behçet Nacar’a rastlıyor. Behçet Nacar dönemin ünlü ve bizim üzerimizde çok hakkı olan birisi. Behçet Nacar’ın da kendi film şirketi var “Bizim Film”. Kendi oynadığı erotik filmleri de var, yaptığı filmlerde. İşletmecilikte yapıyor aynı zamanda. Babamla kesişiyor yolları, babama durumunu soruyor, babamda anlatıyor vaziyeti. Sonra ofise geçip babama 6-7 film veriyor. “Bunları oynat önce, para istemez, ondan sonra düşünürüz” diyor. Babam filmleri götürüyor çaresiz, bunların hepsi erotik filmler - Bizim Film filmleri- . Babam takıyor filmleri , göstermeye başlıyor. Birinci gün, ikinci gün derken sinema çok büyük kara geçiyor, borçlarını ödüyor ve üzerine para kazanıyor. Sonra yer sahibi ile babam anlaşamıyor ve orayı kapatmak zorunda kalıyor. Bilecik-Bozüyük’te sinema alıyor ve 8 sene orayı işletiyor. Orası da çok ilginç; Bozüyük’te sürekli erotik filmler oynuyor. O zamanlar ne kadar büyük filmler denese de gelen olmuyor. Rambo 3, Robocop filmlerini takıyoruz kimse gelmiyor, ertesi hafta erotik film takıyoruz  sinema doluyor. Dolayısıyla böyle dengesiz bir ortam varken mecbursunuz ticari düşünmeye. Ticaret yapıyorsunuz aynı zamanda , hizmet işletmesi işletiyorsunuz. Çaresiz erotik filme devam ettik orada 8 sene. Şöyle bir durum var; Çok eskiden bu sektörden gelmiş insanlar bile mutlaka o filmleri gösterdiler. Göstermedim diyen yalan söylüyordur. Nasıl şimdi çekmedim diyen yalan söylüyor ya, şimdi de göstermedim diyen yalan söyler. Herkes gösterdi -eski sinemacılardan bahsediyorum tabi ki de- Pornografiye geçen örneklerinin haricinde konuşuyorum, o gün o filmler olmasaydı, bu gün bu filmler asla olmazdı.



 Anılan kuşağın oyuncuları ; Ali Poyrazoğlu, Bülent Kayabaş, Hadi Çaman, Aydemir Akbaş ve buna karşı bayan oyuncular ; Zerrin Egeliler, Zerrin Doğan, Dilber Ay, Funda Gürkan, Zafir Seba gibi . Salonlarda o kadar spesifik durumlar oluyordu ki o filmleri izlerken “ağlayarak mastürbasyon yapan” insanlara bile şahit olmuştuk. O dönemde taktığımız “ Kaderin Pençesinde” filminin ikinci bir adı daha vardı; “ Yılan”. O dönem yapımcılar aynı filmi iki-üç farklı isimle tekrar piyasaya sürdüler. Farklı sahneleri birleştirerek, farklı filmlerden sahneler alarak farklı isimlerle çoğalttılar filmleri. Mesela Zerrin Egelilerin Zerrin Doğan ile hiç filmi yok ama montaj ustaları maalesef onları sanki aynı filmde oynamış gibi gösterdiler. Ortaya da böylece uydurma filmler çıktı... Geçiş dönemi olmasına rağmen  Türk sinemasının ne kadar “kara” denirse densin bence en önemli dönemlerinden bir tanesiydi. Düşünün ki; siyasi darbe yaşanmış ülkede, seyirci kaçmış sinemadan, televizyonlar çıkmış evlere gelmiş ve böyle bir durumda erotik filmler insanlara geçiş dönemini yaşattı 90’lı yılların başına kadar sinemalarda.
 O dönemin filmleri “Sazlı Damın Kahpesi”, “İyi Gün Dostu”, “ Öyle Bir Kadın Ki”, “Öttür Kuşu Ömer”, “Ah Deme Oh De”, mesela bunlar çok ilginç filmler. Ben kadın oyuncuların hakkının yendiğini düşünüyorum. Erkek oyuncular ; Bülent Kayabaş, Hadi Çaman, Ali Poyrazoğlu bunların hepsi aklandı, hepsi 50. Sanat yıllarını kutladılar ama kadın oyuncular dönemin ebedi günah keçileri olarak tarihin sayfalarına kara harflerle yazıldılar. Bence bu çok yanlış. Sinema bir türse bence erotizmde bu türlerden bir tanesidir. Bugün çok daha farklıları yapılmıyor mu ? Çok daha kötülerini görmekteyiz. Bugün televizyonlarda izlediğimiz dizilerde çarpık ilişkiler, çıplaklık ön planda. Bunlar teşvik ediliyor insanlara. Ben o dönemin çok masum olduğunu düşünüyorum. Başka ülkelerde sex yıldızları, erotik film yıldızları nasıl podyumda, piyasada rahatça gezebiliyorsa, söyleşilere rahatça katılabiliyorsa bence Türkiye’de de öyle olmalıydı. O insanlar günah keçileri olmamalıydı.  “O gün o filmler olmasaydı bugün bu filmler yapılamazdı” . Son söz olarak şunu söylemek istiyorum; “Civciv Çıkacak Kuş Çıkacak” filmi bugün yapılan garip izdivaç ve yemek programlarından, çarpık ilişkilerin anlatıldığı dizilerden daha masumdur. Teşekkür ederim.


Yönetmen Levent Demirci

Yorumlar

Popüler Yayınlar