BENNU YILDIRIMLAR VS BELGESEL FİLMLER


 5. Uluslararası Uşak Kanatlı Denizatı Kısa Film Festivali geçtiğimiz Cuma günü sona erdi. Önceki senelerde olduğu gibi yine doyurucu ve kaliteli bir festival yaşattı bana. Ama ben bu yazıda baştan aşağıya izlediğim filmleri, yönetmenleri yazmayacağım.  Dikkatimi çeken , gerçekten de dert edindiğim  bir konu üzerinde kalem oynatmak istiyorum. Hadi başlayalım.

 13 Aralık Perşembe günü  saat 11.30’da “Ulusal Öğrenci Filmleri Yarışması Belgesel Dalı Finalistleri Gösterimi” başladı.  Normalde 11:00’de başlaması gerekirken bir takım aksaklıklar sebebiyle program yarım saat geç başlamak zorunda kaldı.( Eleştiri olarak algılanmasın, her festivalde olan ve olabilecek ufak bir aksaklık , ama bu geç başlama hadisesi çok kritik hatta bu yazının yazılma sebebi diyebiliriz. O yüzden sakın unutmayalım ve vakti gelince tekrardan bu olaya geri döneceğiz). Başka bir salona ( Mustafa Kemal Paşa Amfisi) gittik, burada Kenan Diler’in “ Abla”,  Turan Kubulay’ın “ Saksak Bir  Tütün Belgeseli” ve Emil Ali’nin “ Adam” belgesellerini sıra sıra  izledik. Bulunduğumuz salonun toplam kapasitesini bilmemekle beraber büyük bir amfi olduğunu ve 200 kişi veya daha fazla kişiyi alabileceğini düşünmekteyim. Daha önce katıldığım festivallerde olduğu gibi izleyici sayısı yine çok azdı. Klasik büyük salon az izleyici sendromu.


 Major festivalleri işin dışında bırakırsak festivallerde yönetmenler kendi filmlerini izleyip izleyip duruyor. Salonda festival görevlisi öğrenci arkadaşlar da olmasa ( yıllardır büyük bir mücadele örneği gösterip festival için canla başla uğraşıyorlar, festivalin gizli kahramanları onlar) izleyici sayısı daha da düşecek. Her neyse alışkın olduğum bir tablo ve ben ışıklar kapanınca bu düşüncelerden sıyrıldım ve başladım belgeselleri izlemeye. Daha önce 1. Kız Kalesi Film Festivali’nde izlediğim Saksak Bir Tütün Belgeselini yine beğenerek izledim. Adam ve Abla belgeselleri de başarılı işlerdi. İzleme faslı bittikten sonra bu belgesellerin yönetmenleri ile söyleşi yapıldı. Moderatörlüğünü “ Kısa Film Yönetmenleri Derneği Kurucu Başkanı” Sidar Serdar  Karakaş üstleniyordu. Bir hatırlatmada bulunmak istiyorum. Yakın zamanda Sidar Bey  10 maddeden oluşan Kısa Film Yönetmenleri  Derneği Festivali Standartlarını oluşturdu. Bu maddelerden biri de festivalde konuk olarak katılım sağlamış yönetmenlerle, film gösterimlerinden sonra söyleşiler, soru- cevap oturumları yapmak. Buraya kadar her şey çok güzel ve tıkır tıkır işlemekte. Sidar bey yönetmenlere filmleri hakkında bir takım sorular sordu, interaktif bir etkinlik olduğu için  seyirci olarak bizlerde sorular sorabildik,  bir sonraki gün gerçekleşen yönetmen söyleşileri de kıran kırana geçmişti, bunuda  notlarımıza düşelim . O kürsüde yönetmenler sadece övülmüyor, sırtları sıvazlanmıyor. Yeri geldi mi hatalı  yada eksik görülen bir kısım varsa ya da aynı fikirde olmayan birisi yönetmene sorularını amiyane tabirle yapıştırabiliyor. Bu kadar iyi düşünülmüş ve her festivalde olması istenen bu yönetmen söyleşilerine izleyici ordusu akın etse  daha da güzel olacak. Tek  ve en  büyük eksik bu bana kalırsa. Adeta kendimiz çalıp kendimiz oynuyoruz. Nerede bu izleyiciler ?


 Saat 12.50 gibi bir anda o beklediğim seyirciler gelmişti. Aşkın bir güç sesimi duymuş olmalıydı.

 Salonda belki 10 bilemediniz 15 kişi varken birden salon o beklenipte gelmeyen izleyici hücumuna uğradı. Salona akın ediyorlardı. Yönetmenler sorulan soruları cevaplandırırken, bir yandan da kısa sürede salon tam kapasiteye erişti. Hatta gelenlerin bir  çoğu ayakta kaldı. Çok mutluydum. Belgeselleri izleyememiş olsalar bile söyleşiye yetişmişlerdi. Festivallerde tanık olunması güç  nadir anlardan birini yaşıyordum.

 Bu mutlu anlar neden hep kısa sürmek zorundadır ki ! Sidar Serdar Karakaş’ın anonsu ile görünmez bir tokat yüzüme şırakladı: “Bennu Yıldırımlar söyleşisi 13.30’da başlayacak”. Şimdi taşlar yavaş yavaş yerlerine oturuyordu. Ama bir yandan da aksini düşünmek istiyordum. Konduramıyordum kendime . Yediğim kaçıncı fake’ti bu.

 Meğersem gelen izleyici güruhu saat 13:00’de gerçekleşmesi gereken  Bennu Yıldırımlar  söyleşine gelmiş. Bunu tahmin etmek zor değildi. 11:00’de başlaması gereken  Belgesel Filmleri gösterimi 11.30’da başlayınca programda sarkma meydana geldi ve ben kısa bir sürede olsa film festivallerinde ender görülen bir olaya tanık olmuştum. Yada ben öyle sandım. Neticede bir dünya insan sonuna da kalsa o yönetmenleri dinlemiş oldular. Karda mıyız ? Tabi ki de kardayız.

 Program bitti, o gelen insan seli yerinden kıpırdamadı. Büyük bekleyiş başlamıştı. Ben hava almak için çıkıp tekrar salona girdiğimde Bennu hanımın söyleşisi başlamıştı. Ara sıra girip çıktım. Sırf izleyiciler ne soracak diye merak edip kaldım dinledim. Sonra tekrar dayanamayıp çıktım. Bu arada önemli bir hatırlatma yapmalıyım; bu yazıyı kaleme alma sebebim  film festivallerindeki film gösterimlerine izleyicilerin gelmemesi üzerinedir. Bennu hanımın şahsına, oyunculuğuna kesinlikle söz söyleme gibi bir intiba oluşturma derdinde değilim. Öyle bir niyetim de yok, kendimde o hakkı da görmüyorum. Yanlış anlaşılmak istemem.  Çok değerli bir oyuncu olduğunun bilincindeyim. Yani ona karşı kılıçlarımı çektiğim düşünülmesin. Bennu hanımın yerine başka bir oyuncu da olabilirdi yada yönetmen ( Aslında yönetmen olsa da katılım olacağını zannetmem açıkçası. Düşünsenize  Mahmut Fazıl Coşkun veya Ceylan Özgün Özçelik gibi yönetmenler gelse sinek avlamaz mıydı  o salon ? Peki hangi yönetmene talep çok fazla olurdu boşluğu siz doldurun).

 Sonra söyleşi gerçekleşirken ben ufak bir matematik hesabına giriştim. Analizim şöyle; belgesel film izleme ve sonrasında yönetmenleri ile söyleşiye sadece Üniversitenin Radyo, Televizyon ve Sinema bölümü öğrencileri gelse, ki bu 4 sınıf yapar . Her sınıfın birinci ve ikinci öğretimleri var. Toplamda sekiz sınıf. Her sınıfta da 40 öğrenci olsa 320 kişi ediyor. Bu 320 kişinin yarısı gelse dahi salonu doldurmaya yeter. Kaldı ki sadece İletişim Fakültesinde Rts bölümü yok. Yeni Medya, Gazetecilik  ve Halkla İlişkiler ve Reklamcılık bölümleri de var. Demem o ki ilgili İletişim Fak. öğrencilerinin o salonu doldurmaya gücü yeter de artar. Ama ilgi bir anda  Bennu hanıma kaydı. ( Hiç bir bölümün hiç bir öğrencisini zan altında bırakmaya çalışmıyorum. Yaptığım sadece masum bir analiz. Sonuçta kimse kimseyi zorla bir yere götüremez ve bir şeyler izlettiremez).
 Kaldığımız yerden devam edelim. En son ilgi diyorduk. Ben demiyorum ki “Kadın” belgeselindeki hafriyat kamyonu şoförünün hikayesi daha önemlidir Bennu Yıldırımlar söyleşisinden. Ya da “Adam “ da ki ölmeyi bekleyen,  bir adada yalnız başına yaşayan amcanın yaşamı. “ Saksak” ta ki tütün işçilerinin mücadelesi de daha  önemlidir demiyorum Bennu hanımın söyleşisinden. İnsanlar gerçek yaşam öykülerini, ekranda gördükleri bir oyuncuya tercih edebilirler,bunda hiç bir sorun yok. Sonuçta eve gidince illaki bu insanlar belgesel izliyorlardır öyle değil mi sizce de ? Yoksa nasıl dünyada en fazla belgesel izleyen ülke sıralamasında en tepelerde olabiliriz. Günün  birinde “Serengeti” ye yolumuz düşerse hepimiz nasıl hayatta kalacağımızın bilincindeyiz. Boşuna izlemedik onca belgeseli.


 Şimdi gelelim gemileri yakma faslına. Oyuncu olmak isteyen insanlar Bennu hanım söyleşisine gitmiş olabilirler desek bu kalabalığın nedenini anlamlandırabiliriz. Sonuçta memleket oyuncu olmak isteyenlerle dolu, bir dünya cast ajansı var “nerde bu oyuncu adayları diye ellerini kara sinekler gibi kaşıyorlar” . Bu o salondaki akıl tutulmasının nedenini açıklar. Şahsi fikrim ekran önündeki starları çok fazla yüceleştiriyoruz. Sonra birde fotoğraf çektirmek için kuyruklar oluşturan şuursuz insan kalabalığına ne demeli. Akşama instagramda alacağı beğeni sayısını  düşünmüyorsa  bende neyim. Sorsak kaç filmini kaç dizisini izlemiştir acaba Bennu Yıldırımlar’ın. Bu kulaklar: “Bennu hanımı çok seviyorum, onla konuşmalıyım ama ona ne soracağımı bilmiyorum”  diyenleri duydu. Şuursuzluktan kastım buydu. Her neyse kime ne anlatıyorum ki ! Kazanan: Bennu Yıldırımlar...

Yorumlar

Popüler Yayınlar